İnsanoğlunun binlerce yıl süren yolculuğunun sonunda varılan yer sürekli (iç/dış) çatışma, adaletsizlik üreten
bir toplumsallık, seçilmiş tek adam rejimleri ve doğanın insafsızca tahribatıdır…
Ömer Faruk bu küçük ama yoğun denemesinde sorunun kökenlerine iniyor ve her kişinin doğasından gelen
farkı yaşayamamasını (bir) neden olarak saptıyor. Parmak izi, ses tonu, gözbebeği, yüz ifadesi her kişiyi
diğerinden farklı kılmasına rağmen her kişinin kendi hikâyesini edinme ve yaşama hakkının gözetilmemesini
temel sorun olarak işaret ediyor. Bu durumu dikkate almayan düşünce modellerine göre oluşmuş
toplumsallıkların çatışma ve düşmanlık biriktirdiğini belirtiyor.
Ona göre kişinin kendini ifade etmesine imkân tanımayan bütün “adına konuşma” mekanizmaları ve
“düşünce” adına bu durumu savunan hamaset yüklü lakırdılar tahakküm üretir; kişinin dünya olma [= kurma
(= yaşama)] hakkını gasp eder ve haysiyetsiz bir karaktere sahiptir. Kanaat önderlerinin, siyasi liderlerin her
akşam televizyondan yüzümüze kustuğu safsataların “düşünce”yle hiçbir ilgisi yoktur; haysiyetsizliğin,
başkasının acısından haz duymanın, özsaygı ve içgörü yoksunluğunun itirafıdır.
Yazar salt bu durumu saptamakla yetinmiyor, önerilerde de bulunuyor… Örneğin: Yaşamın başkasının
inisiyatifine devredilemeyecek kadar “güzel ve vazgeçilmez” olduğuna işaret ederek devleti değil anlamı ele
geçirmeyi amaçlayan Çok Kalpli Asi'den söz ediyor. Yöneten yönetilen ayrımının geri dönüşsüz bir biçimde
ortadan kalkması için öncelikle “küçük bir devlet olarak” varlığını sürdüren zihnimizi özgürleştirmemiz, yeni
kavramlar icat etmemiz, böylece düşünenin düşünceye hükmetmesinin önünü açmamız gerektiğini
belirtiyor.
Yoğun ve etkileyici bir düşünce hamlesi…
‘Bilgi iktidardır!', demesine rağmen neden sürekli kitap yazarak bilgi ürettiği Foucault'ya sorulduğunda, 'bu
paradoksla yaşamayı öğrendiğini' söylemişti. Aynı paradoks 'Öteki' kavramı için de geçerlidir: Adına
konuşmadan ‘Öteki' başka nasıl gündeme taşınabilinir? Başkası Adına Konuşmanın Haysiyetsizliği sessiz
kalmaktansa bu paradoksun tehlikelerine de işaret ederek düşünmeyi ve yaşamayı deneyenler için yazılmış
bir kitap.
Bülent Diken
Gündelik siyaset ve yaşamın hayhuyuna kapılmanın hayatın genel örgütlenişi üzerine düşünmekten
uzaklaşmak gibi ağırca bir maliyeti de var. Neyse ki, birileri gündelik olanın cazibesine kapılmayıp, insanın
genel serüveni üzerine düşünüyor. Başkası Adına Konuşmanın Haysiyetsizliği, kimi ‘ağır' metinlerin
rehberliğinde daha özgür ve eşit bir hayatın imkânlarını kurcalıyor. Kaçırmamanızı dilerim.
İnsanoğlunun binlerce yıl süren yolculuğunun sonunda varılan yer sürekli (iç/dış) çatışma, adaletsizlik üreten
bir toplumsallık, seçilmiş tek adam rejimleri ve doğanın insafsızca tahribatıdır…
Ömer Faruk bu küçük ama yoğun denemesinde sorunun kökenlerine iniyor ve her kişinin doğasından gelen
farkı yaşayamamasını (bir) neden olarak saptıyor. Parmak izi, ses tonu, gözbebeği, yüz ifadesi her kişiyi
diğerinden farklı kılmasına rağmen her kişinin kendi hikâyesini edinme ve yaşama hakkının gözetilmemesini
temel sorun olarak işaret ediyor. Bu durumu dikkate almayan düşünce modellerine göre oluşmuş
toplumsallıkların çatışma ve düşmanlık biriktirdiğini belirtiyor.
Ona göre kişinin kendini ifade etmesine imkân tanımayan bütün “adına konuşma” mekanizmaları ve
“düşünce” adına bu durumu savunan hamaset yüklü lakırdılar tahakküm üretir; kişinin dünya olma [= kurma
(= yaşama)] hakkını gasp eder ve haysiyetsiz bir karaktere sahiptir. Kanaat önderlerinin, siyasi liderlerin her
akşam televizyondan yüzümüze kustuğu safsataların “düşünce”yle hiçbir ilgisi yoktur; haysiyetsizliğin,
başkasının acısından haz duymanın, özsaygı ve içgörü yoksunluğunun itirafıdır.
Yazar salt bu durumu saptamakla yetinmiyor, önerilerde de bulunuyor… Örneğin: Yaşamın başkasının
inisiyatifine devredilemeyecek kadar “güzel ve vazgeçilmez” olduğuna işaret ederek devleti değil anlamı ele
geçirmeyi amaçlayan Çok Kalpli Asi'den söz ediyor. Yöneten yönetilen ayrımının geri dönüşsüz bir biçimde
ortadan kalkması için öncelikle “küçük bir devlet olarak” varlığını sürdüren zihnimizi özgürleştirmemiz, yeni
kavramlar icat etmemiz, böylece düşünenin düşünceye hükmetmesinin önünü açmamız gerektiğini
belirtiyor.
Yoğun ve etkileyici bir düşünce hamlesi…
‘Bilgi iktidardır!', demesine rağmen neden sürekli kitap yazarak bilgi ürettiği Foucault'ya sorulduğunda, 'bu
paradoksla yaşamayı öğrendiğini' söylemişti. Aynı paradoks 'Öteki' kavramı için de geçerlidir: Adına
konuşmadan ‘Öteki' başka nasıl gündeme taşınabilinir? Başkası Adına Konuşmanın Haysiyetsizliği sessiz
kalmaktansa bu paradoksun tehlikelerine de işaret ederek düşünmeyi ve yaşamayı deneyenler için yazılmış
bir kitap.
Bülent Diken
Gündelik siyaset ve yaşamın hayhuyuna kapılmanın hayatın genel örgütlenişi üzerine düşünmekten
uzaklaşmak gibi ağırca bir maliyeti de var. Neyse ki, birileri gündelik olanın cazibesine kapılmayıp, insanın
genel serüveni üzerine düşünüyor. Başkası Adına Konuşmanın Haysiyetsizliği, kimi ‘ağır' metinlerin
rehberliğinde daha özgür ve eşit bir hayatın imkânlarını kurcalıyor. Kaçırmamanızı dilerim.
Taksit Sayısı | Taksit tutarı | Genel Toplam |
---|---|---|
Tek Çekim | 36,75 | 36,75 |
2 | 19,11 | 38,22 |
3 | 12,99 | 38,96 |
6 | 6,62 | 39,69 |
9 | 4,49 | 40,43 |
Taksit Sayısı | Taksit tutarı | Genel Toplam |
---|---|---|
Tek Çekim | 36,75 | 36,75 |
2 | - | - |
3 | - | - |
6 | - | - |
9 | - | - |